Hamilton uzun süre bilimsel yönteme dirense de üniversitede aldığı bir ders sayesinde bu nosyona ısındığını ifade ediyor. Zaten kurduğu cümlelerden arkaplanının sağlam olduğunu sezebiliyor insan, aksi takdirde Francis Crick'e bu kadar rahat laf sokma cesareti gösterebileceğini zannetmiyorum (Francis Crick, Watson ile birlikte DNA'yı bulan kişi ve Şaşırtan Varsayım'ın yazarı).
Bir yandan ruhsal olanı savunurken, insanlık tarihine baktığında metafiziğin bilim karşısında hep yenildiğini, ve bu yüzden hala kendisinin de şüphe içinde bulunduğunu itiraf ediyor. Kısaca Hamilton, ruhu savunan bir şüpheci. Konuya bu kadar hakim olması, samimi olması ve cephenin nöron tarafında neler olup bittiğini yakından takip etmesi de yazıyı umursamamız için bir neden. Zaman zaman maddecilere çok ağır laflar sokması gücüme gitmedi değil.
Yazar ilk önce beyin ile ilgili neler bildiğimizi masaya yatırıyor, burada beyinin insanı nasıl vezir de rezil de ettiğine dair çok ilginç örnekler var. Yazının devamında NDE (Near Death Experience - Ölüme Yakın Deneyimler) gibi metafizik örneklerin sadece tesadüf olamayacak kadar çok benzerlik taşıdığını söylüyor, ve bu tip örnekler verdiği için rahatsız olmuş ki "Aslında dışarıdan bakınca benim de o metafizik çığırtkanlarından pek farkım kalmadı." gibi şeyler diyor.
Tüm bunlara rağmen, yine de hiç bir şeyin belli olmayacağını, değişik fikirlere açık olunması gerektiğini söyleyip yazıyı bitiriyor.
Eskiden ben de metafizik olaylara karşı önyargılıydım, hatta kimi zaman çok sert çıkışlar yaptığım da olmuştur. Fakat zihine dair o kadar az şey biliyoruz ki her ihtimali değerlendirmek lazım. Ayrıca metafizik olaylar bilimsel temele oturtulamayacak diye de bişey yok.
Örneğin telepatiyi ele alalım. Beynimizde bir yığın nöron var, bu nöronları basitçe üzerinden akım geçen teller olarak modelleyebiliriz. Akım geçen tellerin de çevresinde manyetik alan oluşur (hatta bu manyetik alan evrenin öteki ucunda bile varolur). Zaten, kabaca, günümüzdeki çoğu beyin görüntüleme cihazları bu manyetik alanın ölçümü ile çalışmaktadır. Manyetik alana tabi tutulan bir telin de üzerinden akım geçtiğini biliyoruz. O halde iki kişinin beyinleri zaten etkileşim halinde, birinin ürettiği manyetik alan diğerinin beynini manipüle ediyor, vice versa. Hatta tüm insanlığın hali hazırda sürekli etkileşim halinde olduğunu söylemek mümkün. Kilit nokta, kendi manyetik alanını öyle bir ayarlamak ki, karşındaki insanda doğru etkiyi yaratabillmek. Belki telepatik olduğunu iddia edenler bunu yapıyordur.
Hamilton ayrıca benim yıllarca ısrarla önemsediğim ve kullandığım paradigma kavramını da çok doğru bir şekilde kullanmış ya, daha bi sevdim adamı. Gerçekten paradigma değişimlerine daha fazla ihitiyaç duyduğumuz bir çağdayız, ve zaten daha hızlı da değişiyor paradigmalar. Tüm bunlar öyle ya da böyle singularity'ye yöneltiyor sanki bizi.
(Fotoğrafı çeken boskizzi.)
Oldukça güsel bir özet vermişsin arkadaşım, samimi yorumların da kayda değer. Metafiziğe karşı duyusal ve duygusal bir bağım olmasına rağmen ruh dediğimiz şeyin nöronlardan bağımsız olarak düşünülebileceğini zannetmiyorum. Bahsettiğin manyetik alan ile etkileşime geçen düşünceler gibi, ruh dediğimiz bir nevi içsel dialektiğin de beynimizdeki nöronların etkileşimi ile oluştuğunu düşünüyorum. Ve belki de dış manyetik alanlar ile girilen etkileşimden (kişiler arası iletişim) farklı olarak gelişen bu içsel etkileşimin, kişinin kültürel ve biyolojik evriminin temellerini daha fazla içerdiği düşünülebilir bir yaklaşım. DNA yapısının nöronlar üzerindeki etkilerini inceleyen bir kaynak bulursan/bulursam haberdar et/ederim.
ReplyDelete